Phil Knight, Nike’in eş kurucusu, Forbes’a göre 25 milyar dolar ile dünyanın en zengin 24. insanı. Bir yandan kapitalist düzenin temsilcisi olarak büyük eleştirilerin hedefi olurken, bir yandan yarattığı marka ve yaptığı bağışlarla büyük saygı duyulan Knight, bu gün 78 yaşında.
“Başkası benim hayatımı yazacağına ben yazayım” diyerek kaleme aldığı “Shoe Dog” kitabı bu sene yayımlandı. En az Nike markasının yolculuğunu kadar ilginç hayat öyküsüne başlarken yer verdiği sözle başlamak isterim ben de; “Aceminin zihninde birçok olasılık vardır, uzmanın zihninde ise azdır.” Shunryu Suzuki
Babasından 50 dolar borç olan Knight, Stanford’taki master programında yazdığı fikri nasıl biçimlendirip hayata geçirebileceğini keşfetmek için, 24 yaşında, sırt çantasıyla Asya, Avrupa ve Afrika’ya seyahat eder. Knight, günümüz gençlerinin, ilerisiyle ilgili çok net karar almış olmalarını pek anlamadığı söyler. “Benim bir hayalim vardı, büyük bir şirkette çalışmak yerine, yeni, dinamik ve değişik bir şey yaratmak istiyordum. Ne olduğunu bilerek yola çıkmadım, ne olduğunu keşfetmeye, hayatın akışında onu bulmaya inandım” der.
Ayakkabılara yönelmesi, üniversiteki koşu koçu Bill Bowerman’ın sayesindedir. Aslında Knight, ısrarla Bowerman olmasaydı Nike’ın da olmayacağını söyler. Bowerman, Oregon Üniversite’sinin koşu takımını çalışırtırır. Hafif ve en etkili koşu ayakkabılarına ulaşmak takıntısıdır. Keçi derisinden parçalar keser, elde diker, ayrılan parçaları yapıştırıp parça parça olmuş ayakkabılar dener ama hep bir arayış içindedir. Çünkü, ayakkabıların sporcunun performansını ciddi şekilde etkilediğini fark etmiştir. Knight’in fikri, o günlerde kamera sektörünü, en gelişmiş teknoloji ve uygun maliyetli ürünlerle domine eden Japonya’ya yönelmesi ve aynı avantajı ayakkabılarda da yaratmaktır.
1963 senesinde, Bowerman ile 500’şer dolar sermaye ile kurdukları Blue Ribbon Sports, ufak dükkanında, Japonya’da üretilen Tiger ayakkabılarından, 8.000 dolarlık satış yapar. Bu, günümüzde 30 milyar dolar yıllık ciro yapan Nike’ın doğuşudur.
Japonya’dan ayakkabı getirmekte sorunlar vardır. Sipariş edecek parayı bulduğunda, siparişler zamanında gelmez, satışları katlansa da nakit bulamaz, bankalar sürekli artan kredi taleplerini redder. Sonunda, iki bankadan red alır, borçlarını döndüremeyecek durumdadır. Diğer yandan, Japonya’daki firmanın münhasırlık sözleşmesinde sorun çıkar, anlaşma fesh edilir. Knight, 45 çalışanıyla, ayakkabıları üretecek yeni fabrika bulmak ve yeni şirket kurmaya karar verir. İsim için herkes bir fikir ortaya atar, Jeff Johnson “Nike” adıyla geldiğinde, bu ismi pek de beğenmeyen Knight artık sonu gelmeyen tartışmaları bitirmek için mutabık kalır. Nike, Yunan mitolojisinde zafer tanrıçasıdır. 35 dolar karşılığı bir öğrenciye yaptırdıkları, hareket ve hızı temsil eden logo için de pek umutlu değildir, bunu şişko bir check işaretine benzetir.
Knight, klasik pazarlama tekniklerine ve mevcut reklamlara inanmadığını söyler. Buna alternatif olarak sporcuların yanında olmak, onlar beraber çalışmak fikrini güçlendirir. Markanın bambaşka biri boyuta gelmesi Michael Jordan ile güçlenen sponsorluklar dönemidir. “Profesyonel sporcu olmak her zaman en büyük istediğimdi, evet olamadım ama spor ve hayalim bir araya geldi. Çok şanslıyım.” der Knight.
Bu yazı Retail Türkiye Dergisi’nin Eylül 2016 – 91. sayısında yayınlanmıştır.